Yumruk.. Evet, bu filmin ben de uyandırdığı etki sert bir yumruk..
İkiz kardeşler Jeanne ve Simon henüz yaşamını yitiren annelerinin vasiyetini okumak üzere, yaşadıkları Kanada’daki ölen annelerinin patronu olan notere gelirler. Vasiyette anne Nawal Marwan, dünyaya küs olduğu için tabutuna yüz üstü yani dünyaya sırtı dönük olarak konulmak ister. Son arzusu yerine getirilinceye kadar da mezarına taş dikilmemesini ister. Son arzusu; ikiz çocuklarının babaları ve abilerini bulmaları ve yazdığı mektupları onlara vermeleridir. Ancak bu şartla mezarına taş dikilmesini hak edecektir. Böylece çocuklar Lübnan’a doğru bir yolculuğa başlarlar.
Anneleri Nawal, Kanada’ya yerleşmeden önce Lübnan’da neler yaşamıştır? Baba ve diğer erkek kardeş nerededir? Tüm bu soruların cevapları çok acıdır. Gerçek olamayacak kadar acı..
Nawal Lübnan’ın kırsalında yaşayan, Filistinli mülteci bir gençten hamile kalan Hıristiyan bir genç kızdır. İki abisi Filistinli genci kızkardeşlerini kaçırırken öldürür, kardeşleri Nawal’ı babaanne kurtarır. Nawal doğurur, fakat ağlayarak oğlunu yetimhaneye vermek zorundadır. Babaanne yeni doğan bebeğin topuğuna ileride tanıyıp bulabilmeleri için üç nokta halinde dövme yapar. Nawal ise oğlundan ayrılmanın acısı ile, babaannesine verdiği sözü üzerine üniversite okumak için Lübnan’a dayısının yanına gider.

Lübnan’da, Arap-İsrail çatışması sonucu ülkeye göçen Filistinlilerin gelmesiyle, çoğunluğu ele geçiren Müslümanlar, ülke yönetiminde etkin bir yere sahip olunca, Hıristiyanlar ile aralarında anlaşmazlık savaşa dönüşür.
Nawal savaş yüzünden oğlunu bulma şansını kaybedeceğini düşünür ve kasabasına döner. Ne ailesini yerindedir, ne de oğlu. Her yer yakılmıştır. Yol boyunca büyük trajedilere şahit olur ve kendisi de Hıristiyan olmasına rağmen Müslüman lider Şemsettin ile anlaşma yapar. Tüm bu katliamlardan sorumlu Hıristiyan liderin evine Fransızca öğretmeni gibi yerleşir ve lideri öldürür..
Bundan sonrası işkenceler, acı.. Tutuklanır ve hapise atılır. Senelerce konuşmaz, işbirliği yaptığı kişileri itiraf etmez. Şarkı söyleyerek hayatta kalır. Hapiste ismi ‘Şarkı söyleyen kadın’dır. Uzun yıllar sonra, ülkede acımasızlığıyla ün yapmış işkenceci, cellat Ebu Tarık Nawal’ı konuşturmaya çalışır. Psikolojik ve fiziksel işkencelerin yanısıra tecavüzler ile.. Nawal tecavüzcüsü Ebu Tarık’tan ikiz bebek dünyaya getirir ve bir süre sonra serbest bırakılır. Müslüman lider Şemsettin’in yardımları ile çocuklarını alıp Kanada’ya yerleşir.
Kızı elinde annesine ait bir fotoğraf ile bunları öğrenebilmiştir. İkiz kardeşi ise abilerini bulmaya pek yanaşmasa da, abilerinin kim olduğunu öğrendiklerinde hem kardeşlerin, hem de bizim kalbimize, beynimize, ruhumuza büyük bir acı çöküyor. Ebu Tarık hem ağbileri, hem de babalarıdır. Yetimhaneye bırakılan Nawal’ın oğlu büyümüş acımasızlığıyla ün yapmış, özel yetiştirilmiş bir işkenceci olmuş ve yıllarca özlemle aradığı annesine bilmeden hem işkence, hem de tecavüz etmiştir. İkizler abilerini yani aynı zamanda babalarını da bulup mektupları teslim eder ve annelerinin başına mezar taşını dikerler..
İzlerken ‘Olamaz, film bu sadece’ diyorsunuz, fakat öyle olmadığını da çok iyi biliyorsunuz. Ortadoğu ve savaş, bunlarda en büyük bedeli çocuk ve kadınların ödediğine bir kez daha şahit oluyorsunuz. Utanıyor, yüreğiniz yanıyor, günlerce filmin etkisinden çıkamıyorsunuz.